Eski olanın büyüsüne inanıyorum. Eski saatler, eski çevirmeli telefonlar, daktilolar, pikaplar, ahşap radyolar, mobilyalar, fotoğraflar, mektuplar ve tabii dergiler, kitaplar… Yüksek lisans tezi olarak seksenlerde çıkan Yazko Edebiyat’ı çalıştım; başka birçok eski dergi ile ilgili makaleler, denemeler yazdım. Gazetelerde kalmış anketleri toplayıp iki kitap hazırladım. Gazete taramayı, sahafları karıştırmayı, gittiğim her şehirde, her ülkede bit pazarı peşinden koşmayı hiç bırakmadım. Muvaffak Sami Onat da karşıma böyle çıktı. Eski mektuplarla ilgili bir yazı yazacaktım; Cemal Süreya ve Şükûfe Nihal’in Onat’a yazdığı mektuplar vardı önümde. Aslında asıl meşhur olanı Orhan Veli’nin mektubuydu ama onun hakkında zaten çok şey yazılmıştı. Sonra karıştırdıkça daha birçok mektup çıktı karşıma. Derken kendimi Onat’ın hayat hikâyesinin peşinde koşarken buldum.
1940 kuşağının zengin ve karmaşık edebî dünyasının içinde unutulup gitmiş onlarca isimden biri Muvaffak Sami. Unutulmuş olmasının edebiyat tarihi için büyük bir kayıp olduğunu söylemek istemiyorum bu kitapla. Hele de “unutulmuş’’ isimlerden her gün bir yenisinin gündeme gelip parlatıldığı edebiyat dünyamızda böyle bir modanın parçası olmak değil niyetim. Bir şairin hikâyesinin peşinden gitmek istedim. Bu yola hevesle başlamış, saygı görmüş, dönemin önemli edebiyat dergilerinde yazmış, kendisiyle söyleşiler yapılmış bir adam. Zamanla suskunlaşıp küsüyor, kabuğuna çekiliyor. Yirmili yaşlarının büyük hayalleri, birer hayal kırıklığına dönüşüyor. Bürokrasiyi ve onun imkânlarını daha cazip buluyor. Edebiyata büyük laflar ve büyük ideallerle başlayan çoğu insan gibi o da sonunun böyle olmasını istememiştir elbet. Aynı sofraya oturduğu, beraber şiirler okuduğu, dergi çıkarttığı yakın arkadaşları bir bir döneminin büyük isimlerine dönüştükçe, o gölgesine iyice sığınıyor…
Sayfa: /